EBRU SUNGUR – Bu faaliyetler biraz yavaşlayacak olsa hemen bir tedirginlik başlar. Düzenin aksaması, gelirin sekteye uğraması tedirginliğin ana kaynağıdır ama açığa çıkan boş zamanda ne yapacağını bilememek de rahatsız eder içten içe… Oysa günlük koşturmanın ritmin içinde yapmaya fırsat bulamadıklarımızın tam zamanıdır, o boşluk.
‘2024’e bakışını’ sorduğumuz tüm sektör temsilcilerinin, iş dünyası sivil toplum kuruluşları yöneticilerinin ortak öngörüsü, 2023’ün son çeyreğinde başlayan küresel durgunluğun 2024’ün ikinci yarısına kadar süreceği oldu. Özellikle Avrupa Birliği ve ABD’nin enflasyonu düşürmek için attığı adımların bu coğrafyalarda talebi baskılaması, ihracatçıların ana kaygısını oluşturuyor. En büyük ihraç pazarları daralırken üretimi sekteye uğratmamanın denklemini kurmaya çalışıyorlar.
Yurtiçinde de rasyonel politikalara dönülmesiyle dezenflasyonun öncelenmesi, küresel pazardaki tüketici davranışının bir benzerini iç pazara taşıyor. 2024’te durmasak da yavaşlayacağız, artık bunu herkes görüyor. Ayrım da bu noktada başlıyor. Bazıları, “Durursak, yavaşlarsak çok kötü olur. İhracatımız düşer, istihdamı koruyamayız” diyerek kaygılarının altına gizledikleri niyetleri dillendiriyor. Bazıları da, “Bu da içinde bir fırsat barındırabilir. Büyümenin niteliği de önemli” diyor.
Ben ikinci grubun yanındayım. Küresel yavaşlama, özellikle çarklar son hızda dönerken yapılamayan işlere imkan tanıyabilir. Bunların başında da düşünmek ve planlamak gelecektir. Örneğin, ülke sanayisinin can damarı tesisleri, yaklaşan Marmara depremine karşı nasıl koruyabiliriz? Marmara dışına taşınacaklarsa nereye taşınacaklar? Güçlendirileceklerse bu, hangi plan çerçevesinde yapılacak? Ya da Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum için gerekli adımları nasıl hızlandırabiliriz? Ya da sanayinin ve hatta artık inşaat sektörünün kanayan yarası olan nitelikli teknik eleman açığını çözmeye nereden başlamalıyız?
Altı ay, bunları planlamak için iyi bir süre… Sonra yeniden hızlanan çarkların da verdiği güçle harekete geçme zamanı…